Cünüp, hayız ve nifaslı olanların, namaz kılmaları caiz
olmadığı gibi, Ka’beyi tavaf etmeleri de caiz değildir. Nitekim Peygamber
Efendimiz (as), Hz. Aişe (ra) validemize, “Hayızlı halde iken, hacının
yapacağı bütün amelleri yap. Fakat temizleninceye kadar Ka’beyi tavaf etme”[1]
buyurmuştur.
Hayız veya nifas halinde bulunan bir kadın, Ka’be dışında
yapılması gereken bütün amellerini –namaz hariç- yerine getirir. Arafat
vakfesinden önce mazeretinden kurtulamazsa, hazırlıklarını yapar öylece
Arafat’a gider, vakfesini yapar,
Müzdelife’ye gider. Orada da yine vakfesini yapar. Arkasından Mina’ya geçer.
Cemerata taşlarını atar, arkasından kurbanı keser, traş olur ve ihramdan çıkar.
Bayram günlerinde diğer taşları da atar. Namaz kılabileceği zamanı bekler.
Mazeretinden kurtulunca ziyaret tavafını, arkasından da veda tavafını yapar ve
ülkesine döner.
Afak dediğimiz uzaklardan bir kafile içinde gelen ve halen
mazeretinden kurtulamayan kadın, Mekke’de bekleme imkanı varsa elbette bekler.
Ama bekleme imkanı yoksa o takdirde durum farklı olur.
Aybaşı veya loğusa halindeki bir kadının yapmış olduğu tavaf
Hanefi mezhebine göre geçerlidir. Dolayısıyla o halleriyle farz tavafını
(ziyaret tavafı) yaparlar. Fakat veda
tavafını yapmazlar; onlardan sakıt olur. Veda tavafını terk etmiş olmalarından
dolayı bir ceza da gerekmez. Cumhur-u ulemaya göre, ziyaret tavafını bu
halleriyle yapmış olmaları nedeniyle bir büyük baş kurban kesilir. Ancak
Hanbeli mezhebine göre bir küçük baş kurban keser denilmiştir. Bu kurbanın
gerekçesi ise, mazeretli oldukları halde Ka’be harimine girmiş olmalarıdır.
Aynı durum umre niyetiyle ihramlı olan ve mazereti sona
ermeyen hanımlar için de geçerlidir. Bu durumdaki bir kadın yine temzilenme
zamanı bulamazsa hastalığı devam ederken yıkanır, temiz elbiselerini giyer,
umrenin tavaf ve sa’yini yapar, tıraş olur ihramdan çıkar. Yapmış olduğu umresi
tamam olur. Ancak keffaret olarak bir koyun kurban keser.[2]